Bütün kanatlı canlıların ayakları vardır lakin ayaklarını, yeryüzüne inerken kullanırlar. Yüceliğin temsili olan göğe doğru uçarken (yükselirken) kanatlanırlar ve ayaklarını kullanmazlar. Kanatları, ellerimiz olarak tasvir edebiliriz..
Can sağ elini uzatır ki bu ipin bir ucudur. Mürşid de sağ elini uzatır ki bu da ipin diğer bir ucudur. Bu iki sağ el, iki kanattır ve Bir olan Allah için çırpılınca insanın uçması mümkün hâle gelir..
Bu dünyanın kuşları gökyüzüne doğru havalanırken insan olan kullar ancak kendi göğü olan miracına ruhuyla tarik eyleyebilir..
Ruh, hafif olduğu için uçucudur. Çünkü ruhu hafifleten, hu nefesidir. İnsan, dört elementten oluşuyor. Bizim havadan yaratıldığımız nokta, ruha üflenen nefestir. Yani ruhumuz, nefesten (Hû’dan) yaratıldı. Bizim sudan yaratıldığımız nokta ise Mürşid’in Rahmân varlığını aşkla içselleştirip Rahîm varlığımızın taşıdığı tohum olan veled-i kalbi muhabbetle doğurmaktır..
Veled-i kalbin babası Mürşid’dir. Tıpkı zahiri babasız olarak bilinen İsa gibi. İsa, Meryem’in veled-i kalbidir. İsa’nın ruhi varlığının manevî babası Zekeriya’dır (Mürşid’dir). Keza İnsan-ı Kâmil olarak ilk yaratılarak var edilen Adem de Rahmân’dır. Bilahare Havva, Rahîm olarak yaratıldı, Rahîm’in kabul edeceği tohum, Rahmân varlığı olsun diye..
Kanat olan ellerle uçmak, elde ne varsa hepsini vererek infak etmekle mümkündür, çünkü eller dahi doluyken, madde taşıyor iken yine uçulamaz hatta elleri havaya kaldırmak dahi zor olur. Biz dua için ellerimizi açtığımız vakit yine ellerimizin içi boştur ki Hakk, ikram ve ihsanda bulunsun. Yani alıcı olmaya talip olan can, evvela verici olmalıdır. Vermediği halde almak istemesi, ihtiyaç değil keyfiyet oluyor yani kendini düşünerek nefsi için istekte bulunuyor..
Hakikatte Sana ihtiyacı olanın eli avucu boş, gönlü de boşalmıştır. Çünkü elindekiler ile avunmadığı ve tatmin olmadığı için onlarla daha fazla oyalanmaz ve bu yüzden elden ve gönülden çıkarır..
Kanatlanmak, hafiflik gerektiriyorsa demek ki ayaklanmak da ağırlaştırır. Ayak, yeryüzüne bağlı ise yeryüzünde olanların düşünce ve fikirleri de yanlıştır diyebiliriz. Çünkü nefsiyle bir yaklaşımda bulunduğu ve değerlendirme yaptığı için cüz’i iradesiyle eksik ve hatalar yapmaya mâl olur. Nefsine uymakla insan kendini aşağı çekerek beşeriyet düzeyine iner. Çünkü ne kadar nefsanileşme artarsa bir o kadar hayvanileşmeye doğru gidilir. Hayvan denilince sadece yiyen içen ve oturan bir canlı akla gelmemeli. Asıl vurgu, hayvanın akıldan ve tefekkürden yoksun olmasıdır..
Nasıl ki yukarıdan ya da yüksek bir yerden aşağıya veya çevreye/âleme bakınca her şey gözler önüne seriliyorsa aynı şekilde insanın Hakk katına kanatlanıp zirveden Basar’la temaşa etmesi gerekir ki manalar serilsin. Fakat yer âleminde sadece bir köşe bucakta bulunmakla geriye kalan kısımları bile göremiyoruz. Âleme ne kadar bütün olarak nazar edilirse tıpkı bir yapbozun parçalarının tamamlanması gibi manzara her yönüyle ve her detayıyla incelenir. Lakin sadece kendi bakış açımızla bütünün bir parçasını görerek görseli anlamlandıramayız. Aynen bu şekilde yokluğumuz da bir anlam taşımaz. Varlığımızla bilinince büyük bir anlam ifade ederiz.