Şecere-i Mel’une.. 17/60
Biz Adem’e, “şecere-i mel’une”ye yaklaşma diye emrettik. Mevzu bahis ağaç için böyle dememizdeki sebep, bu emrin vaki olmasından sonra şeytanın belirerek Adem ile Havva’nın aklını çelip gönlüne tesir etmeye çalışmasıdır..
Bu ağacın bir kusuru, noksanlığı olmasa, kötülüğü/zararı dokunmayacak olsa, meyvesi-yemişi şifa olsa Allah yaklaşmaktan/dokunmaktan men eder miydi?
Ağaç, soyları/nesilleri temsil eder. Dalları ise fertleri temsil eder. Meyvesi ise amellere (fertlerin/ataların yapıp ettiklerine, izledikleri yollara) işaret eder.
Allah, yaklaşma! İkazı ile onlarla bir yakınlık kurma ki gönlün onlara ısınmasın. O yüzden Kerbela vakasında Hüseyin, yezid’in safında yer almamıştır, Hz. Hasan Muaviye ile yüz göz olmamıştır. Hatta Hz. Osman’ın Muaviye ile bir akrabalık bağı bulunuyordu, bunun haricinde de Hz. Osman’ın siyasetine baktığımız zaman her türlü atama işlerinde kendi aile efradından, eş dosttan seçerdi. Osman çok iyi bir ahlak ve haya’ya sahip, güzel meziyetler ile donanmış olmakla Muaviye ve oğlu Yezid gibi fertlerden ayrılsa da o soy ağacının bir dalı olmakla istemsizce diğerlerini de olayların içine çekmeye sebep olmuştur.
Böyle durumlarda bir nesil’e şöyle bir yaklaşımda bulunulabilir; Hz. Osman gibi istisnai şahsiyetler ile birebir bir bağ kurulabilir fakat halifelik gibi umumu, ümmeti bağlayıcı konularda tercih edilmemesi, beraberinde şer doğurmaması açısından daha takdir’e şayan olabilir.
Çoğunluğa bakmakta fayda vardır. O nesilde çoğunluk hasleten nasılsa, fiilen ne iş tutmuşsa onlarda o gen baskındır. Ve kötülüğün galip gelmesi de kuvvetle muhtemeldir. O soy ağacının da böyle bir özelliği olmasa şeytan o ağaca meylettirmezdi.
Topluluklara gönderilen elçilerin durumu da böyledir. Mesela Nuh’un kavmi, söz dinlememekte (tebliğe uymamakta) ısrarla inat edince azap vakti Allah, elçisini ve beraberinde iman ederek o toplulukla bağını kesmiş kimseleri o ağaçtan (kavimden) uzaklaştırır. Kurunun yanında yaş da yanar sözü burada geçerliliğini yitirmektedir aslında. Rabbim bilen ile bilmeyeni bir tutup (bir’in iki olması gereken durumlardan biri) da aynı kefeye koymamaktadır.
Acı ve tatlı suyun birbirine karışmaması, iki kan arasından bembeyaz bir süt akması da Allah’ın, Safiy’ullah olan temiz, pak kulu Adem’i, acı su ve kana karışmaması için insan ilişkilerindeki yakınlık mesafesine bir sınır (ölçü) koymuştur. Allah uzak tutmak isterken şeytan da yakınlaştırmak ister.
Allah’ın ikazını daima Dost Mürşid’den bilmek gerek.
Şeytan kim peki?
Dışardan seslenen ve dışarıya çağıran herkes, her şey ve Allah Dostu’nun kelâmına muhalif konuşanlar diye bir kıstas belirleyebiliriz.
O ağaca dokunmak aynı zamanda işlenen ilk zina idi. Çünkü İnsî olan Adem, cinsî olan iblis ile bir münasebet kurarak o neslin (dalalet yolunun yolcuları) içine karışmıştı. Allah’ın kovması bir ceza olmayıp aslında yine bir uzaklaştırma ile kulunu korumasıdır, bulaştığı soydan ayrıştırmasıdır. Cennetten kovulmak deyince büsbütün çıkarılıp atmak olarak düşünmemek gerek. O ağaç hangi bağ bahçede ise Adem oradan çıkarılmıştır. Adem istiğfar ve tövbesi ile şeytanın onun başına topladığı uğursuzluk bulutlarını dağıtmıştır.
Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar. Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir. Ey hakikat avcısı! Seni yetiştirecek olan Mürşid’in, senin gözündür.
MEVLANA
Adem’in hakiki Mürşid’i Allah, Basar (ba’siret) ile görendir. Bakınca normal bir ağaçtır sadece. Yaklaşsak ne olur ki der nefis. Nefs bunu, ağacın hakikatini göremediği için söyler. Yani ağaç bir metafordur, ağaç ile işaret edilen nokta nedir. Ba’nın noktasını da siretle gören ba’siret sahibi Basar olan Allah’tır. “Yaklaşma!” demesiyle Allah, yaklaşınca olacakları ezelden görmüştür. İblisin ilişeceğini, vaatler ile kandıracağını, Adem’in unutacağını, pişmanlığını hep görmüştür de ondan öyle demiştir..
Mürşid’in inzarları, hikmet (gayb’tan haberler) taşır.