İlâhlar sadece zâhiri âlemin içinde oluşturulan düşünsel eğilimlerimizin maddeye dönük olduğu putperestlik hallerimiz değildir..
Bâtıni âlemin içinde de ilâhlar oluşturma yani şirk olgusu mevcuttur, biliniz ki ilim-irfan dahi illâllah’ın postuna oturabilir..
Hz. İbrahim’in “lâ ilâhe” kavramı ayet’ullah’lar üzerinden sabittir ki, Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) “Ben İbrahim’in dinine mâlikim.” derken, “Lâ ilâhe ile ilâhlarımdan sıyrıldım.” buyurmaktadır.
Nice peygamberleri varken Âlemlerin Rabbi ol’an Allah Muhammed’i Var’lık’ta neden İbrahim’in dinini Peygamberimiz (s.a.v.)’e benimsetmiştir? Oysa her bir peygamberi O’nun tevhid inancı içinden zuhuratıyla tecelli etmiştir.
Çünkü Hz. İbrahim’in hem zâhiri hem bâtıni ilâhları reddedişi Ayet’ullah kıssaları ile işlenmiştir..
Hz. İbrahim’in fıtratındaki (batıni/içsel) lâ ilâhe tanımı;
6/76- “Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü:”Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da:” Ben batanları sevmem.” dedi.
6/77- “Sonra doğmakta olan ayı görünce: “Bu benim Rabbim, öyle mi?” dedi. O batıp kaybolunca: “Eğer Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşenlerden olurdum” dedi.
6/78- “Bir gün de güneşi doğarken gördü ve hemen: “Bu benim Rabbim, öyle mi? Bu hepsinden de büyük!” dedi. O da batıp kaybolunca asıl gerçeği haber verdi: “Ey kavmim, şüphesiz ben, sizin Allah’a koştuğunuz ortaklardan beriyim.”
İ’ns’an hem bilinçsel düzeyde düşürülürken ilâhlara muhtaçtır, hem yücelişe yükselişe çekilirken de ilâhlarla muhataptır..
Hz. İbrahim seyr-ü sülûkunun içinde edindiği, kesb’ettiği ilâh’i varlığın tecellilerinden Ru’Hû ilâhi nefesin zuhuratı ile sıyrılmıştır.
Zuhur yani Huzur’a, şuur’a erişim noktasına değin verilen Hikmetlerin (işleyen kudretin kuvvetleri/ melekelerimiz) deyim yerindeyse ilmin muharebesini, cihadını yaşamıştır..
Hz. İbrahim’in yıldız tasviri, ilme’l yakîn halini; ay tasviri, ayne’l yakîn halini; güneş tasviri ise Hakka’l yakîn halini işaret etmektedir.
Tüm bu yakînliklerin dahi perdeler olduğu şuuruna erişmiştir. Hz. İbrahim’in noktaya temas eylemesi o noktanın etrafında bir nevi tavaf ile dönerek merkeze çekilmesidir.
Bu merkez noktası O’ Hû Varlık’ın isim, sıfat ve fiilerinden münezzeh oluş yeridir..
Teşbihte hata olmaz;
Zahirde kurulan hiç bir merkezin isim, sıfat ve fiilleri yoktur. Açtığı şubelerine isim, sıfat vererek fiillerini yani işlevselliğini şubelerinden (esmaları üzerinden) yani yakînliğinden gördürür.
O’ Hû Var’lık hiç bir şey yokken Var’ol’an’dır ki tüm yakînlikler buna dahildir..
Ezelde O’nun Kendini Kendinde bilmesi Hakk’ikat’i, kulunun dostlarının varlığına da Kendinden yaratmasıyla sirayet eylemiş, kendini kendinde bilen Hz. İbrahim tüm yakînliklerden huzur’daki zuhuratıyla (Kendini Kendinde bilmesiyle) yakînlik derecelerinin üzerine Asl’ol’an Ruh’ta şuur yani dolayımsızlık kazanmıştır.
Hiç bir yakînliğin etki etmediği (dolayımsızlık/şey’lerden bağımsız) tek ve eşsiz oluşun içinde el-Şehid olmuştur..
Yakînlik derecelerinin de nereden daim zuhur eylediğine şahid kılınmıştır.
Artık tecelliyatlara (ilim/irfan) değil, tecelliyatların aktığı Ru-Hû ilâhi kaynağa illallâh ikrarıyla boyun eğmiştir..
İllallâh şuuruna vâkıf olan Hz. Peygamberimiz “Ben İbrahim’in dininden geliyorum” buyurarak “Lâ ilâhe” perdelerini “İllâllah” şuuruyla yani huzur’daki zuhuratıyla yırtmıştır.
Cebrail’in dolayısıyla akl’i melekesinin perdeyi kaldırması Peygamberimizin Kendini Kendinde bilmesinin izâhıdır.. HŞY