İslâm’ın şartları fiziki âlem içinde yine fiziki yani bedeni hallerimizin karşılığını sergilemektir.
Şehadet, namaz, oruç, hac ve zekât sergileyen kişi şekil ve görüntü olarak müslüman yani İslâm dinine uygun ve uyumlu hale gelmektedir..
Müslümanlığı aşmak tüm şekli ritüellerden şeksizliğe, uyumdan uyumsuzluğa yani imana yücelmek için kalıplaşmış anlayışı kırmak ve bir nevi ölüyü diritmek gibidir..
Yaşam içinde vefat edeni kesinlikle hiç bir tıbbi müdahale yaşama geri döndüremez. Lakin Allah’ın ölüleri diriltmesi sadakat ve samimiyetle ve dahi safiyetle yönelmiş kullarının gözünü/basir açtırması ile yaşamın ölülüğünden hayy’ata döndürmesi mutlak (inançtan imâna) mümkündür..
Bu nedenle İslâm’a girip müslüman olanlar şartları gereği şekillerinden birbirlerini tanırlar, mümin olup iman hidayetine erenler’de, mümin kulları kendilerinden tanır ve bilirler..
Aşağıdaki Ayetullah müslümanlığın (inancın) ve imanın (müminliğin) ayrışmasını harikulade açıklamaktadır.
49/17- Onlar zâhiren müslüman oldukları için seni minnet altında bırakmak istiyorlar. De ki: “Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Tam aksine, eğer iman iddianızda doğru ve samimi iseniz, asıl sizi imana eriştirmekle Allah size iyilik ediyor demektir.”
Bu bakımdan İslâm’ın dini vecibeleri müslümanlar için farz kılınmış şartları şeklen ikâme etmelerini öğütlemektedir..
Müslüman müslümanı tanır mümin mümini.
Ölü ölüyü bilir diri diriyi..HŞY
İmanın şartları tamamen uyumsuz olmaktır, bu uyumsuzluk Allah’a yakînlik bâbında olumludur. Çünkü denk edeceğin ne bir inancın ne de ritüelin yoktur.
İnançların yani dinlerin tümü denklem, eşleşme ve düzen üzerine kurulmuştur;.
Oruç=açlık
Namaz=şekil
Şehadet= dil
Hac=dönüş
Zekât=madde
İmanın şartları tümüyle gayb’a yöneliktir. Kur’an üzre açıklanan betimlemeler ve benzetmeler tamamen tasvir olup önce akla geçiş yapması bakımından beşeri insana algıladığı biçimde aktarılmıştır.
Ayet’ulah’ların çoğu benzetmeler üzerinden insanı çekmiş aklımızın etmedikleri ne anlam ne mânâ bakımından açılmaktadır. Açanlar kendi iç varlıklarını açmış, OKU kelâmına içsel seyr-ü sülûk’larında erişmiş olanlardır..
İman’ın esasları..
Allah’a iman;
ALLAH ismi başlı başına sır’dır ki gaybın anahtarıdır. Hâşâ “Allah’ını göster” deseler gösteremezsin yine hâşâ O’nun bir şekli olmadığından şeklen Sen’den dahi görünmemekte, tasavuf anlayışında hâl ilmi denilen şek(il)sizlikten akmaktadır. Lakin bu hâli dahi şeklen görmek isteyenler vardır. Hâl katiyen göze gelmemektedir, zahir gözlerimize değen her şey hâl’den münezzehtir..
Gayb’ı düşünün ki anahtarı sır ol’sun, hâl ilmi Allah’ın R’Ahmet varlığıdır lûtfunda bulunsun.!
Meleklerine iman;
Hz. Muhammed’e peygamberlik nüzûl ettiğinde, “Allah neden bir melek göndermedi de içimizden bizim gibi birini vekil, peygamber kıldı?” dediler.
Allah şöyle vahy etti;
“Onlara Melek ordularımı da yollasam, onlar inanacak değillerdir.”
Yani melekleri şekle büründürüp böyle bir şey sunsam da zaten inanacak da değillerdir.
Allah her birimizin düşüncesini ve kalbini Hakk’ıyla bilendir..
17/95: Onlara şöyle de: “Eğer yeryüzünde yerleşen, gezip dolaşanlar meleklerden ibaret olsaydı, elbette biz de onlara elçi olarak gökten bir melek gönderirdik.”
17/96: De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Şüphesiz O, kullarının durumunu çok iyi bilir ve her şeyi görür.”
Kitaplara iman;
Kur’an, Muhammedî varlığın seyr-ü sülûk’u içinde önceki tüm kitapları teyid etmiş, Allah’ın lûtfettiği ve bağışta bulunduğu elçilerinin, peygamberlerinin ve resûl olanların isimlerini bir bir anmış zikretmiştir.
Muhammed’i Kur’an üzre idrak ediyoruz ki Tevrat, Zebur ve İncil Muhammedî tarike giden yolun iz’leridir çünkü hiç biri birbirinden ayrı bir kelâm etmemiştir. Müşrikler, Hz. Muhammed’e “Bunlar eskilerin masalları” demişlerdir.
Müslümanların bir çoğuna bakacak olursak tarikin başlangıç iz’lerini kabulde zorlanmakta olduklarını görürüz.
İmân üzre yaşayan mümin bir kul İsevi ya da Musevi olmasına bakmaksızın gönlünü âleme, kâinata açmaktadır. Tevhid’in kâinatı R’Ahmet’iyle kucaklaması bu noktadır ki Muhammed (s.a.v) âlemlere R’Ahmet kılınmış ve yeryüzüne in’dirilmiştir..
Peygamberlere imân;
Kitaplı ya da kitapsız sayısız peygamber bu âlemden geçmiştir. Muhammed Mustafa (sav) ile peygamberlik son bulmuş fakat kâinat var olduğu sürece resûller bu âlemden geçecektir.
İlginç olan nokta müslümanım diyen Muhammed’in öncesinde peygamberlere inanıyor gibi görünse de yine müslümanım diyen birinin Tevrat’ı Zebur’u ya da İncil’i okumasına çok uyumlu bakılmamasıdır.
Çünkü uyumu şekle bağlı olduğundan, iman kısmı bir çok müslümanı aşmaktadır.
İmanın esasları şartlara dayalı değildir. Şartlar her zaman diliminde değişkenlik gösterir. Misal namazın gerçekte kaç rekat kılınması dahi hala tartışma konusudur keza oruç da aynı şartların talihsizliğini yaşamaktadır. Îman bütün duyup gördüklerinin ötesine geçebilmektir yani Mürşid varlığın daim zikrettiği görenek kalıplarını kırmak gereklidir.
Tabiki bu sadece müslümanlık için geçerli değildir. Tüm dinperestlerin yaklaşımı aşağı yukarı aynıdır. Din savaşları imanımızın yokluğundan zuhur etmektedir. Lâkin biz iğneyi önce kendimize batırmak ile mükellefizdir..
Ahiret’e iman;
Müslümanın da elbet ahiret kavramı mevcuttur. Şartlar ve şekiller üzerinden tasvirleri değerlendiren bir müslüman için ahiret cismi ölüm sonrası vuku bulacak hadiselerdir.
Akıllarımızın bir türlü aşamadığı ahiret hayy’at’ının bir beşer, bir İ’ns’an, bir Kâmil, bir Kul’ bir peygamber, bir elçi, bir nebi, bir Dost ve Resûl varlığından bu âleme akıtılmış, damıtılmış yegane Hakk’ikat oluşudur.
Bu Hakk’ikat ile ahireti cismi ölüm sonrasına nasıl terkederiz? şte o vakit biz kendimize zulm’edenlerdeniz.
Ey Müslüman! Muhammedi varlığa haberci, müjdeci ve tebliğ edici derken bu ahiret tebliğini, ahir hayy’atını ölüm sonrasına nasıl bırakırsın? İman’ın kabul ettiği diyemem kabulümüze dahi sunmadığı ahiret esası iç varlığımızda bütün haşmetiyle yönelenleri beklemektedir..
Kader ve kazaya iman;
İlâhi Kader İlâhi Nizam..
Kaderi idrak edebilmek için önce Allah’ın yarattığı nizamı an’layabilmek gereklidir.
Nizam sonsuzluk içinde sonsuz ihtimallerin birbirine ilintili ve bağlantılı olduğu kâinatın ol’uş’udur.
İ’ns’an cüzî yani beşerî katmanda dahi olsa aynı feleğin çemberinde dönmektedir.
Kaderi töhmet altında bırakmamak için kâinatın nizamındaki kusursuzluğu idrak etmek gereklidir.
Müslümanlıkta başımıza gelecek olan her şeyin alnımızda yazılı olduğu inancı güçlüdür. Bu kısmen doğru kısmen eksiktir.
Doğru ve Hakk’ikat birbirini takip etmektedir. Doğru bir Dost Hakk’ikat’e yönlendirir. Tıpkı müslümanlığın kişiyi müminliğe yönlendirdiği gibi. Olduğu yerde kalmak ya da hareket edip bir canlılık emâresi göstermek yine kişinin samimi, sadık ve safiyetli yönelişinin eseri olacaktır.
İnsan bu âleme bir akıl, bir düşünce ve bir karar verme yetisiyle gelmiştir. Vermiş olduğu kararların neticesine yine kendisi bizzat şahitlik edecektir.
Tasavvuf anlayışımız ve yönelişimiz içinde kararlarımızdan çok iradenin bu felekleri nasıl döndürdüğünü idrak edebilmek ve kaderin tecellisini iradenin hükmünden bilmek ve beklemekle birlikte, bizlerin nasıl bir dönüş ve yöneliş sergilediğine bağlı bir ilişki kurmaktır.
Coğrafya bir kaderdir klişesi nedense hep coğrafyası düzgün insanların dillerinden duyulmaktadır.
“Kaderim buymuş ne yapayım?” beyhude bir sözdür ki kaderi dahi sahiplendiğinin idrakında değil gaflet içinde söylenmiştir.
Kur’an’da hiç bir Ayet’ullah’ta “Kaderinize razı gelin.” buyrulmamıştır. Aksine okuyun, öğüt alın, düşünün, akl’edin buyrulmaktadır.
“Tüm bunların kadere etkisi ne olur?” derseniz kaderimizin çaba ve gayretimize yani yine ve illâ ki yönelişimize bağlı olduğu Hakk’ikat’idir.
Yönelmiş olan kulları nizamın işleyişini idrak etmiş ve teslim olanlardan olmuşlardır.
Kader ve kazaya iman etmek,
“Sen ne yaparsan yap kaderini değiştiremezsin” demek değil, yazılanı değiştiremezsin demektir.
Her şey yazılmışın Hakk’ikat’i mutlak olanlar ve olacak olanlardır. Mutlaklığın içinde payına düşen Kader senin teslimiyetin ile boyut kazanır.
Başına geleceğe teslim olmak değildir teslimiyet, çünkü başa gelenler de yaratılmış olanlardır..
Yaradana teslim olmak başından geçenlere vereceğin tepkilerin (öğüt al) ya da sükunetin (idrak et) ya da işleyecek amelin (akl’et) için gereklidir..HŞY