* Ortanca oğlum Türkçe dersinde özellikle mecaz anlam, atasözleri ve deyimlerle ilgili sorularda sıkça yanlış yapıyordu. Biraz konuştuk; fenci bir kafayapısı olduğu için meğer hep gerçek anlamı arıyormuş.
* Aklıma çocukluğumda “Gulliver Cüceler Ülkesinde” masalını okuduktan sonra cücelerin sahiden yaşadığına inanmam geldi:)))
* Sûfi dili, daha çok edebi/şiirsel bir dildir, bilim dilinden çok sanat diline yakındır.
* Mecazı, teşbihi/benzetmeyi, mübalağayı/abartıyı atarsanız geriye kuru bir dil kalır, ne edebiyat kalır ne de sanat. Sözler de kimsenin aklında kalmaz.
* Sûfi hikayelerinde esas olan mesajdır, bunun için mesaja odaklanmak gerekir.
* Aksi halde benim üniversite yıllarında düşündüğüm gibi hikayeleri saçma-salak şeyler olarak görürsünüz ama öyle oldukları için değil edebiyattan/sanattan yoksun olduğunuz için.
* Örneğin aşağıdaki Sûfi hikayesinde adamın fiziki olarak domuza dönüştüğünü değil, giyim kuşam, hal ve tavır olarak domuz gibi olduğunu algılamamız gerekir. Bu tür hikayelerde kahramanların da gerçek olması gerekmez, temsili olabilirler.
Şimdi gelelim hikâyeye: Hz Musa’ya hizmet eden bir adam vardı. Bir süre ortadan kayboldu. Bir gün birisi yanında bir domuzla Hz Musa’nın yanına gelip “Ey Musa bunu tanıyor musun?” dedi. Hz Musa “tanımıyorum” diye cevap verdi. Adam “bu senin ortadan kaybolan hizmetkârındır.” dedi. Musa şaşırdı ve” Ey Allahım, onu tekrar insan haline getir de hangi kötü fiilinden dolayı bu belaya uğradığını sorayım” diye dua etmeye başladı… O anda Hz Musa’ya “O din karşılığında dünyayı elde etmek istiyordu” diye bir hitap geldi. (Ziyaüddin-i Nahşebi (Sûfi v. 1350) Silku’s-Sulûk/Ariflerin Yolu, 2002, İnsan Y., s. 203)