Varoluşçu filozof Sören Kierkegaard’ın (ö. 1855) da dediği gibi umutsuzluk, “ölümcül bir hastalık”tır. Modern zamanların bilgi çağı, uzay çağı, atom çağı olduğu doğrudur; ama aynı zamanda da bir umudunu yitirmiş bir endişe çağıdır. Logoterapinin öncüsü olan Viktor Frankl’a (ö. 1997) göre endişe çağının üç önemli göstergesi vardır:
• Varoluşsal boşluk (:Yaşamın anlamsızlaşması)
• Uyuşturucu batağı
• Ruhsal hastalık girdabı
Endişe çağına Mevlana’nın (ö. 1273) mesajını “umuda, aşka, insaniyete ve Allah’a çağrı” olarak özetlemek mümkündür.
Mevlana’nın umudu asla tükenmeyecek kaynaktan beslenir:
“Varlık âlemi çarelerle dopdolu ama Allah, sana bir pencere açmadıkça, hiçbir çaren yoktur. /Şimdi, ondan haberin bile yok ama ihtiyacın oldu mu, onu belirtir Allah.”
Herkesin kendi aklına uyup akıl-üstünü unuttuğu insanlığa Mevlana, kendi aklına âşık olmanın bir tür putperestlik olduğunu hatırlatıyor:
“A kişi, sen hem kendi aklına âşıksın, hem de kendini puta tapanlardan üstün görüyorsun. Duyguna vuran akıl ışığıdır; onu, bakırın üstündeki altın yaldız gibi eğreti bil.”
Bedensel güzelliğin kutsandığı çağımıza Mevlana esas güzelliğin gönül güzelliği olduğunu hatırlatıyor:
“Azar-azar, yavaş-yavaş, o güzelliği alırlar ondan… Azar-azar, yavaş-yavaş, fidan kurur gider./ Yürü “Yaşattığımızın gücünü-kuvvetini azaltırız” ayetini oku; gönle girmeye, gönül almaya bak, kemiğe gönül verme. /Çünkü gönül güzelliği geçmez güzelliktir; o güzelliğin devleti âb-ı hayatın sâkisidir. /Su da kendidir, sâki de kendi. Tılsımın kırıldı mı, her ucu de bir oldu gitti. Fakat bu birliği, kıyas yoluyla anlayamazsın sen.”
Gösteriş, büyüklenme ve kandırmaca üzerine kurulu iletişim tarzına karşı Mevlana dilin insanın aynası olduğunu hatırlatıyor:
“İnsanoğlu dilinin altında gizlidir; şu dil, can kapısının perdesidir. /Yel perdeyi kaldırdı mı, evin içinde ne var, belirir bize./ O evde inci mi var, buğday mı, evin içi altın hazinesi mi, yoksa yılanlarla, akreplerle mi dolu? /Yoksa içeride define mi var da kıyısında yılan bekliyor?/ Çünkü altın definesi de bekçisiz olmaz ya.”
Mevlana’ya göre erdem, kendi ayıbını bilmektir:
“Herkes önceden kendi ayıbını görseydi, hiç kendini düzgün bir hale sokmayı elden kor muydu?/ A babam, bu halkın, kendisinden haberi bile yoktur da insanlar, birbirlerinin ayıplarını söylerler.”
Ölüm sonrası yaşamı unutma eğiliminde olan zamanın insanlarının ölüm gününe hazır olup olmadığını Mevlana şöyle test eder:
“Sende ne var, sen ne elde ettin; denizin dibinden nasıl bir inci çıkardın? /Ölüm gününde bu duygu kalmaz; can ışığın var mı ki gönlüne dost olsun? /Mezarda bu göze toprak dolar. Körün bile gözünü aydınlatacak ışığın var mı?
Mevlana’ya göre esas olan gönüldür gönül:
“Dünyadaki şu kalıp sedeflerinin hepsi de can denizinden diridir;/ Ama her sedefte inci yoktur; gözünü aç da her birinin gönlüne, içine bak./ Onda ne var, bunda ne var; sen onu seç. Çünkü o değer biçilmez inci, pek az bulunur.”
“Görmediğime inanmam” diyen inkârcı zihinlere Mevlana gerçek varlığın algıladıklarımızın ötesinde olduğunu hatırlatır:
“Bilgisizlikten gölgeyi insan görüyorsun da, bu yüzden sence insan, bir oyuncak, değersiz bir şey./ Hele dur; bir gün o düşünce, o hayal, örtüsüz, perdesiz, bir kanat açsın… /O vakit görürsün ki dağlar, pamuk gibi yumuşamış, şu soğuk-sıcak yeryüzü yok olup gitmiş/ Bir tek diri ve güzel Allah’tan başka ne gök görürsün, ne yıldız, ne de bir varlık.”
Mevlana insanı diri kılan gıdanın bedensel değil ruhsal olduğuna işaret eder:
“İnsanın asıl gıdası, Allah ışığıdır; ona hayvan gıdası vermek layık değildir./ Fakat hastalık yüzünden, gönül buna düştü; gece-gündüz su içmede, toprak yemede. / Bunu yiyenin yüzü sararır, ayakları gevşer, yüreği oynar./ Nerde bu gıda, nerde yol-yol göklerin gıdası. O gıda, devlete erişen öz kulların gıdasıdır; o, boğazsız, aletsiz yenir.”
Mevlana’ya göre insanın kıymetinin haddi hesabı yoktur:
“Ve’t-Tin suresinde “Biz insanı, en güzel bir şekilde yarattık” ayetini oku: ey dost, en değerli inci candır/ İnsan değeri bakımdan Arş’tan üstündür; insan, düşünceye sığmayacak kadar yücedir/Bu paha biçilmez değeri söylesem ben de yanarım, dünya da yanar”.
Mevlana, “kurtuluş” için “mutluluk” için narsist benliğimiz olan nefsimizin üstesinden gelmek gerektiğini vurgular:
“Gürzü kendine vur, benliğini, varlığını kır gitsin… /Çünkü bu ten gözü kulağa tıkanmış pamuğa benzer/A akıllı fikirli er. Sevgiliyi perdesiz görmek istiyorsan ölümü seç, yırt o gövdeyi/Ama bu ölüm, o ölümü değil ki ölesin de mezarına gidesin, seni değiştiren ışığa götüren ölüm/Ey dost dirlik istiyorsan ölümden önce öl”.
Ve nihayet Mevlana özetin özetini yapar “Neyi arıyorsan o’sun sen” der:
“Can konağını aramadaysan, cansız; bir lokma ekmek arıyorsan, ekmeksin/Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir: Neyi arıyorsan o’sun sen”.
Mevlana’dan yaptığımız alıntılar için bkz., Mesnevi ve Şerhi, çeviri ve şerh: A. Gölpınarlı, Ank.1989, Kültür Bakanlığı Yayınları, VI cilt