13.yy’da yaşamış bir şahsiyetin bugün için güncelliğini konuşabilmek hangi şartlarda mümkündür? Yeryüzünden sayısız insan gelmiş ve geçmiş olmasına rağmen Yunus’u güncel olarak değerlendirmek nasıl mümkün olmaktadır? Yunus Emre’nin tefekkürünün güncelliği veya misyonunu tamamlayıp tamamlamadığı konularını irdelemek, onu ve eserini daha yakından ve doğru olarak kavramak için elzemdir.
İnsanlık tarihine baktığımızda özellikle hikemî denilebilecek eserlerin ölümsüz olduğu görülür. Zira bu eserler, insanı ve onun varoluş serüvenini anlatmaktadırlar. İnsanoğlunun en büyük meselesi; kendini, diğer bir insanı, toplumu, tabiatı ve bütün olup bitenleri kavramak ve anlamak olmuştur. Bu ise felsefî, dinî ve metafizik bir meseledir. Dolayısıyla insanın ne olduğu veya ne olması gerektiği, bilimsel olmaktan çok felsefî ve metafizik bir ele alışı ve temellendirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Yunus Emre tarihin belirli bir diliminde ve coğrafyasında yaşamış olmasına rağmen bütün zamanlar ve bütün mekânlar için anlamlı ve değerli bir tefekkür ortaya koymuştur.
Yunus’un sanatının ve düşüncesinin güncelliği; dile getirmiş olduğu hikmetin sahihliğinden kaynaklanmaktadır. Bu hikmet manevî ve semavî kaynaklıdır. İlhamını Kur’an metafiziğinden ve ahlakından almaktadır. Böylece bu tefekkür, manevî ve ilahî bir boyut taşımaktadır.
Günümüzde insanoğlu giderek yalnızlaşmakta, kendi kabuğuna çekilmekte ve artan ilişki ağlarına ve imkânlarına rağmen tabiat, toplum ve diğer bir insan kardeşiyle nitelikli temaslar kuramamaktadır.
Tıbbın ve diğer bilimlerin ihtisaslaşma görünümü altında, atomize olmaları, bütünlük duygusunu ve algısını bozmuştur. Modern dünyada insanın durup düşünmeye ve birlik kurmaya neredeyse vakti ve takati kalmamıştır. Oysa Yunus, “gelin tanış olalım”, “gelin birlik olalım” ve “birliğe gel” ya da “ bir iken ayrılmayalım” diyerek insanoğlunun yalnızlaşması ve yabancılaşmasına mani olmak istemektedir.
Bir kültürün ve onun bilinci demek olan felsefenin, Yunus’un tefekküründen beslenmesi ve onunla sahih ve anlamlı bir irtibat kurması ne demektir? Bu soru hem kendi kültürümüz hem de dünya için bir umut penceresi aralamaktadır. Zira Yunus Emre’de fark edilmesi ve üzerine bilinç geliştirilmesi gereken temel hususlardan biri; insanoğlunun sonlu ve sınırlı bir varlık olmasıdır. Ayrıca diğer bir insanla, toplumla, tabiatla ve hatta mutlak varlıkla kurulması gereken ilişki hususunda da Yunus insanlığa yol göstermeye devam etmektedir.
Yunus Emre’nin güncelliği onun insan doğasını tanımadaki yetkinliği ile alakalıdır. O sanki bir psikolog gibi insanın ruhen yükselişini veya düşüşünü irdelemektedir. Ruhun yükselişi yüce değerlere bağlanmak ve onları yaşayarak temsil etmekle mümkün olmakta, fakat bunlardan uzaklaşarak diğer istikamette gidildiğinde ise hem kendisi hem de diğer insanlar için yıkıcı ve hiçleştirici bir süreç işlemektedir.
Yunus’un tefekkürünün ve insanlığa hitabının bir diğer merkezî teması; insanoğlunun bilinçlenmesi ve hiç vakit kaybetmeden tekâmül iştiyakı duymasıdır. Burada tekâmül manevî bir olgunluk, insanî ve ahlakî bir inşa sürecidir. İnsanoğlunun hayır ve şer arasında yapacağı tercih, bir irade ve şuur varlığı olduğunu fark etmesiyle başlar. İnsan, hareketleri, seçimleri ve fiillerinde özgür ise, bunları kendi iradesi ile gerçekleştiriyorsa ve bunun üzerine de bilinç geliştirebilmiş ise o zaman hayır veya şer istikametinde bir varoluş kurgulayabilir veya kurabilir. Dolayısıyla Yunus Emre’nin tefekkürüne daha yakından baktıkça onun insanı reşit kılmanın derdinde olduğu anlaşılmaktadır. Reşit olmak sadece beden yaşı ile tanımlanamaz. Asıl reşit olmak farkındalık ve sorumluluk ile temellendirilebilir. Bilinç ve farkındalık ise en çok bir seçim anında veya karar vermek durumunda ortaya çıkar. O yüzden Yunus insanoğluna sık sık sorular sorarak bu bilinç ve farkındalığı uyandırmaya çalışır. Mesela ölümden ibret alınması için “görmez misin sen bunları” diye sorar:
Toprağa düşmüş tenleri, Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misin sen bunları, nevbet bize gelmiş yatar.
Soruya muhatap olmak, insanı hem özgür hem de sorumlu kılar. Zira soru insana yöneltilmektedir ve onu olumlu ya da olumsuz cevaplandırmak mümkündür. Kendisine hiçbir zaman “sen kimsin?”, “nereden gelip nereye gidiyorsun?”, “yaşamın anlamı nedir?”, “her şeyin bir başı ve başlangıcı olduğuna göre sonunda ne olacaktır?”, “insanın hayata geliş amacı nedir?” veya “yaşanmaya değer olan hayat nasıldır?” gibi ve kolaylıkla çoğaltılabilecek diğer sorular, insanı bir anlam arayışına götürür. Dolayısıyla muhataplık mükellefliği, yükümlü olmayı getirir. Bu yükümlülük bir otomatın programlanması gibi değildir. Özgür ve iradî bir varlığın, fark ederek, bilinç geliştirerek, anlayarak tavır alması, seçerek eylemesidir.
Devam edecek…