Bayram denildiğinde aklıma üç eser ve üç sanatkâr gelir. Üçünü birlikte düşünmek, hatırlamak beni daha çok sevindirir, mutlu eder. Bunlardan biri cami, biri şiir biri de bestedir. Sanatkârları ise Mimar Sinan, Yahya Kemal ve Buhûrîzâde Mustafa Itrî efendidir. Şimdi neden üçünü birlikte düşündüğümüz söyleyelim.
Kulluk ve bir milletin ferdi olma şuuru en çok da camiler de kılınan bayram namazlarında kendini hissettirir. Bayramdaki ilahi ikram olan orak sevinç ve heyecan, bütün yoğunluğuyla camide hissedilir. Namaz camide kılınır ama söz konusu olan bayram namazı ise akla ilk önce Süleymaniye camii gelir. Şüphesiz her cami fonksiyonel olarak aynıdır ama Süleymaniye bir başkadır. 1551-1558 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman’ın isteği üzerine İstanbul Eminönü Semtinin Süleymaniye bölgesinde inşa edilen bu camiinin mimarı ise Mimar Sinan’dır. Mimarlık uzmanları bu eseri tek kelime ile “muhteşem” olarak nitelerler.
Süleymaniye camii sadece Mimar Sinan’la anılmaz. Bir de bu camiyi şiirleştiren bir şairimiz vardır. Yahya Kemal’dir bu. Mimar Sinan’ın taştan, mermerden inşa ettiği bu yapıyı o da adeta kelimelerden inşa eder. Bu yüzden onun yazdığı” Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri de camii kadar büyük ve anlamlı bir eserdir. Şairin bir bayram sabahı yaşadığı duyguları tasvir ve terennüm eden bu camide işte milletin bir ferdi olma dediğimiz duygu en yoğun şekilde hissedilir. Zira bu şiirde geçen ve kendi şiir kitabına isim olan “kendi gök kubbemiz” hem Süleymaniye camii hem de Türk vatanı olarak mana kazanır.
Bayram namazı demek, bence en çok da tekbir ve salâvat demektir. Bu yüzden sözünü edeceğimiz üçüncü isim ise Buhûrîzâde Mustafa Itrî ve onun cami mûsikisinin şaheserleri arasında bulunan segâh tekbiri ve salât-ı ümmiyyesidir. Tekbir ve salavat, kelime-i tevhid’in sanatkarane ifadesi olarak camide toplanan o fertlere millet olmanın şuurunun yanı sıra o milleti millet yapan değerleri ifade der. Böylece bu üç sanatkar ve bu üç eser bizim bu topraklardaki bütün hikayemizi en iyi şekilde temsil eden eserler olarak anlam kazanırlar.
Cemaat, bir bayram namazında caminin, tekbirin, salavatın ve şiirin kazandırdığı ulvi duygularla hayata çıktığında bayram sevinci dediğimiz o muhteşem duyguyu hissederiz. Kalpler, adeta değişim geçirmiştir. Evlerde, sokakta, mahallede hükmünü yürüten sadece bayram olur. Yüzler gülümser, eller cömertleşir, kalpler tek bir kalpmiş gibi atmaya başlar. Büyük küçükle, komşu komuyla daha özel bir yakınlık hissini yaşar. Her şey geride kalmış ve hayatımızda yeni bir sayfa açılmıştır.
Kul ve millet olma şuurunu hissettiğimiz bu özel günlerde ölülerimiz de bizimle birlikte olurlar. Mezarlıklar da ziyaret edilir. Hayat ölümle birleşir. Sakinlerine dualar gönderilir, Kur’an olunur ve böylece Yahya Kemal’in ifadesiyle “ölüleriyle yaşayan bir millet” olduğumuzu göstermiş oluruz.
Şimdi bir bayramı daha geride bıraktık. İnşallah daha nice bayramlar gelecek ve biz her bayramda böyle özel duygular yaşayacağız. Bize kul ve millet olma şuuru kazandıran bayramlar, bunlarla birlikte sevgi, kardeşlik, barış ve huzur duygusunu da yaşatan özel günlerdir. Gönül ister ki bu hissiyatla bu duyguları bütün bir zamana ve mekana yayalım. Bayram bize bunun dersini verir. Der ki “kardeş olunuz, birbirinizi seviniz.” Bu mesaj bizim bu değerlere inanan ve onları yaşayan bir millet olarak bütün dünyaya ve insanlığa sunacağımız bir mesaj olmalı.
Sözü yine bayramı çok özel bir manada idrak eden ve ettiren Hacı bayram Veli’nin bir dörtlüğü ile bitirelim.
“Bayramî imdi Bayramî imdi
Bayram edersin yâr ile şimdi
Hamd ü senâlar hamd ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm”
Bayramınız kutlu olsun efendim. Bu vesile ile bayramı bu manada anlamamızı sağlayan Mimar Sinan’a, Yahya Kemal’e ve ve Buhûrîzâde Mustafa Itrî efendiye selam olsun. Ruhları şad olsun.