O’nun var ettiği her şey yaradılış itibariyle kendine denk değildir.
Yaratılma ile noksanlığa düşmekteyiz..
Bu durumda yarı var yarı yokuz. Var olan kısmımız O’ndan meydana gelmemizden kaynaklı. Ama varlığın bizzat kendisi olmadığımız için biz “varız” diyemeyiz.
Çünkü aynı zamanda bir yanımız yokluk içinde. Yok olana var denilemeyeceği gibi var olana da yok denilemez. Bu durumda yarı hayal yarı gerçeğiz, bir yüzümüzün zahir diğer yüzümüz batın olması gibi. Zahir, hayali ve yokken batın, gerçek ve vardır..
Allah, yaratmasıyla zahir olanı ebediyete kadar yaşatabilir ama bu onun var olduğuna hiçbir zaman delil olmaz, zahir olanı batınıyla ayakta tutar diyebiliriz. Batın olanın da varlığı ebediyete uzansa hakikatte var olanın kendisi değildir. Var olanın kendisinden aldığı bir parça varlığın taşıyıcısıdır, sahibi değildir. Bu yüzden O’nun var’lığına yokluk karışamıyor çünkü varlığın mevcudiyeti sabit iken mevcut olandan doğan, var olmaya imkan kazanarak varlığı mümkün hâle gelmiştir.
Bu imkan ondan alınsa da alınmasada varlığı sabit değildir, çünkü var değildir, var olagelmiştir, böylece giydiği yokluk hükmü sabittir.
Sabitliği iyi anlamak gerekiyor. Varlık, her an bir işte, yaratma hâlinde oluşuyla hareket hâlindedir. Bu hareketlilik, canlılığın işaretidir..
Peygamber s.a.v; ‘’Bir işi bitirince hemen bir başka işle meşgul olun’’ diyerek hareketliliği elden bırakmayın demektedir..
‘’Vakitleriniz an deminde boşa geçmesin sakın, anlarınızı içsel varlığınızdaki ruhi aşk ile zikrederek değerlendirin..HŞY’’ sözünde olduğu gibi zikir ile dil ve kalbin harekete geçmesi salık verilir. Hareketin zıddı olan durağanlık boşluklar oluşmasına sebebiyet verir. Boş anlar, şeytan ve nefis için mükemmel bir fırsattır ve bu kozu aleyhte kullanırlar. Yani biz boş dursak harekete başkaları geçecek ve bizi esir alacak, esaret altındaki hareketlilik yokluk uğruna harcanacak bir çabadır..
Kuşkusuz adımıza “can” denilmesi de boşuna değildir. Mürşid, telkinleriyle harekete geçirerek can’ı canlandırmak ister. Can’ın zıddı cansızlıktır yani ölü olmaktır. Ölüler kıpırdamadan hareketsizce öylece yatarlar, ellerinden bir iş gelmez. Allah, Kur’an’da der ki; “siz onlara işittiremezsiniz, onlar sağır ve kördürler” yani birer ceset olmuşlardır. Dolayısıyla duymayan, görmeyen, hareket edemeyen Hakk’ı bilemez ve bulamaz. Kendi iç varlığını da keşfedemez, bunun için uyanık ve diri olması lazım..
Geceyi uyuyarak geçirmek nefsimiz içindir, kalkıp cehd etmek ruhumuz yani O’nun varlığı içindir. Zikir, dua O’nunla konuşmaktır, hâlini arz etmektir. O’nunla hiç muhabbet etmeden nasıl Dostluk gibi yakin bağlar ve gönül birlikteliği kurabiliriz?
Bu yüzden hareketi sabit kılmalıyız, yoklukta sabit kalmak, başıboşluktur ve şeytan ile zaman öldürmektir..