Mürşid, yokluğuyla değil varlığıyla mevcuttur. Söz ettiğimiz Mürşid varlığı Hakk’tan gayrı değildir. Bu yanıyla Mürşid varlığı ruhi aşk’a yönlendirir.
Nefsani aşklar ise yokluktan gelir ve birden fazla olan aşkların belli bir yönü ve yönelişi olur mu? Bu geçici aşklar, şekli cismimiz içindir. Peki neden geçici olmakta? Çünkü nefs, tatmin edilemeyecek derecede doyumsuzdur. O yüzden böylesi bir aşk, kimsede tutunamadığından kıymete binmiyor ve biçebileceğimiz değer de çok düşük oluyor. Beden, nefs, mecazi aşk tükenip biten bir özelliktedir. Sonsuzluk ise İnsan-ı Kamil’in ruhundaki aşkındadır..
Mürşid, aşkı irşad eder yani içindeki Rabb esmasının vücut bulmuş varlığıyla öğretendir. Mürşidin öğretme şeklini bir ayet ile ifade etmek isterim;
”Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak Galip ve Hikmet sahibidir.” 31/27
Mürşid, Kur’an ruhunu bu şekilde taşır. Yani Mürşid’in öğretmesi de kaleme kağıda sığamayacak genişlikte şekil (ölçü/miktar) kalıbını kırmış ve sınırları aşarak aşk’ın aşkın gücüyle taşmıştır. Kaleme kağıda sığamayan, bedene de sığamaz, bu cihanda da duramaz..
Şimdi böylesine aşkın bir güç âlemlerin üstüne çıkmaz mı, iki cihana galip gelmez mi, önünde mani olabilecek madde var mıdır? İşte, Mürşid varlığı bu denli yücedir, ruhi aşk ile daim yüceliştedir.
“Mürşid varlığını hak’ikat’ten öncelemezsen, Rabb ile arana çok şey koyarsın sen..HŞY”
Mürşid deyince akla Hakk gelir, Mürşid varlığı deyince akla Hakk gelir, Mürşid aşkı deyince de akla gelen Hakk’erenler’dir. Bu yüzden Mürşid’e yani Hakk’a yönelmiş olanın Hakk’tan yüzünü dönmesi, yönünü değiştirmesi düşünülemez. Çünkü Mürşid Cemali’ne dönüksek gördüğümüzün Hakk, duyduğumuzun Hakk olması lazım. Mürşid, fark gözetmeksizin Hakk’tan hakikati işittiğimiz bir varlık konumundadır. Zaten Mürşid’i aynı bu şekilde yani olması gerektiği gibi aslıyla göremezsek o zaman Mürşid; mürşid olmayıp bir zahiri öğretmen oluyor. İns’an olmayıp bir beşer oluyor, Ruhun kendisi olmayıp nefs oluyor ve en önemlisi hak olmayıp batıl oluyor..
Gerçekte böyle midir yoksa biz mi böyle tasarlıyoruz? Düşüncemizle yücelerden aşağılara indirdiğimiz Mürşid olmayıp bizzat kendimizi alçaltmaktayız. Ve Mürşid’den uzaklaştıkça yani semalardan aşağılara indikçe aradaki mesafe açıldıkça açılıp yayılmakta ve durmadan genişlemekte..
İşte bu oluşmasına sebep olduğumuz boşluk artık arada neler varsa onlarla dolmaktadır. Yani yolda bıraktığımız, sırtımızdan attığımız ne kadar yük varsa tüm ağırlıklarımızı tekrardan toplamak gibi. Mürşidle olmak, O’nunla olmakken, Mürşidsiz olmak, O’nun dışında olmaktır.
Şuna benzetebiliriz; Adem’in Allah’a verdiği sözü tutamamasının sebebi, Allah ile kendisi arasına şeytanı koyması oldu yani birliğe ikiliği alarak mesafe açılmış oldu. Sonra Adem tövbe ile yüzünü O’na döndü yani aradan şeytanı çıkarınca tekrardan vuslat oldu. İki gidince Bir kaldı geriye.
Mürşid varlığının öncelenmesi gerektiğinin önemine Musa ve kavmi ile değinmek isterim;
Çünkü kavim, mana hayatından önce; patates, soğan, sarımsak gibi madde yaşamını öncelediler. Musa’yı Hakk’ın elçisi bilmeyip halktan bir beşer bellediler. Musa’da ki Hakk varlığını görmeyince buzağıyı (maddeyi) tanrı bilip öncelediler. Samiri’yi Harun’un önüne geçirdiler. Gözler, Musa’yı görmeyince, kulaklar Tevrat’ı işitmeyince gönül, Hakk’a ve Hakk kelamına kapandı. Hakikatteki körlük ve sağırlık buydu. Öncelediklerimiz önem verdiklerimizdir. Yani buzağı ile madde çıkarının şekline önem verildi, Peygamberlik vasfını taşıyan Musa ve Harun’un yerine hiçbir sıfatı olmayan Samiri’ye önem verildi. Hakk’ın kuvvetli nefesi yerine şeytanın cılız fısıltısına önem verildi. Bunlar hiçbir baskı altında olmaksızın yapılmış seçimler ve tercihlerdir. Çünkü Peygamber zorla kabul ettirecek, şiddet kullanarak yola sokacak bir zorba değildir. Bunun için müritlik (irade) de önem arz eder. Kavmi istemediği için Musa’ya yani Mürşidlerine mürid olamadılar..
Tarikatın önemi de burdan açığa çıkar. Mürid olmayınca yürünecek bir yol da olmaz. Kavim, şeriata takılıp kalmanın ne anlama geldiğini bize gösterir. Şeriatta bir başımızayız ve dolayısıyla Hakk’a kendimizce ulaşamadığımızı kavimler halleriyle ispatlar. Kavim, Musa’ya uyup tarikata girseydi Hakk’ı bileceklerdi ve O’nun aşkına nail olmak için tüm öncelediklerini sonralamayacak kadar gönüllerinden atacaklardı. Ve uzaklaşacakları mana değil madde olacaktı..
Mürşid’e biat’ın elle, dille verildiğini söyleyen de kim. Mürşid’e ancak gönül verilir, gönülde yer verilir ama Mürşid, gönüle terk edilmemeli. Gönülde sevgiyle tutulmalı. Mürşid sevilirse telkinler yük değil baş tacı edilir, Mürşid sevilirse, hizmet eziyet olmaz, daha fazlasını yapmaya can atılır. Yeter ki Mürşid öncelensin, nasıl bir ihtiyaçsızlık hâli oluşacağı o vakit görülür..
Mürşidin kaynak olduğunu bilen, başka kapıdan dilenir mi?